Save on hotels with HotelsCombined.com

13 Kasım 2010 Cumartesi

Karma ve Yeniden Doğuş

Budizm'e göre, bir insanın yeniden doğuşu, yani anne karnında embriyonun oluşması için 3 temel faktör gereklidir: yumurta, sperm ve suttalarda mecazi olarak "can" diye adlandırılan karma-enerjisi (karma-vega). Bu karma-enerji ölmekte olan bir birey tarafından yayılır. Anne ve baba sadece embriyon için gerekli fiziksel materyali sağlarlar. Karakteristik özellikleri açısından, embriyonda gizli eğilimler ve melekeler Buda'nın öğretilerine göre şöyle açıklanabilir: Ölen birey, tam öldüğü anda karma enerjisi neşreder. Bu enerji, parlayan bir ışık gibi, gebe bir rahme çarpar. Böylece, yumurta, sperme ve kendilerine çarpan karma-enerji, embriyon hücresi olarak rahme çöker.

Bu süreç, konuşma yoluyla üretilen hava titreşimlerinin çalışmasına benzer, bu titreşim başka birinin kulağındaki akustik alıcılara çarparak tamamen öznel bir "ses" üretir. Bu esnada transfer edilen "ses" duyusu değildir, transfer edilen hava titreşimi şeklinde bir enerjidir. Aynı şekilde, ölen birey tarafından salınan karma enerjisi, ebeveynler tarafından teçhiz edilen materyalden embriyon üretir. Bu proseste gerçekten bir varlık, ya da ruh, transfer edilmez, sadece karma-enerji transfer edilir.

Bu yüzden şu anki canlı-süreç (upapatti-bhava) doğum öncesi karma-sürecinin somutlaştırılmasıdır ve ilerideki canlı-süreç bugünkü karma-sürecinin somutlaştırılması olacaktır. Böylece, aslında bir yaşamdan diğerine göçen hiçbirşey yoktur. Ve egomuz dediğimiz şey gerçekte bu sürekli var olup yok olan değişim sürecidir. Bu süreç an be an, gün be gün, yıl be yıl, yaşam be yaşamı sürer. Okyanusun yüzeyinde hareket eden ve dalga dediğimiz varlık nasıl sürekli yükselip alçalan yeni su kütleleri ise ve aslında suyun yüzeyinde hareket eden dalga diye bir varlık yok ise, Samsara okyanusunda da hareket eden ego diye kalıcı bir varlık yoktur, sadece ve sadece sürekli devinim halinde bir enerji akışı vardır.



Bu yeniden doğuş kanunu sadece Abhidhamma Pitaka'da bahsedilen bilinçaltı yaşam-akımı (Pali dilinde bhavanga-sota) ile anlaşılabilir. Yeniden doğuş, karma, önceki hayatların hatırlanması, vs. gibi çeşitli Budist doktrinlerin anlaşılması açısından bilinçaltı yaşam-akımının temel önemi Batılı bilginler taranından henüz tam anlamıyla anlaşılmış değil. Bilinçaltı yaşam-akımı terimi, Jung ve modern psikologların bilinçaltı dedikleri şeyle aynıdır. Tabii burada Hristiyan öğretisindeki ölümsüz ruh gibi bir varlığa herhangi bir referans yoktur. Bu bilinçaltı yaşam-akımı tüm yaşamın ön koşuludur. Onun içinde, tüm izlenim ve tecrübeler depolanır, ya da daha iyi bir deyişle, bilinçten tamamen saklı olarak geçmişin görüntüleri, hatıraları akar durur. Bu hatıralar her ne kadar bilinç için tamamen gizli olsalarda, rüyalarda sınırı geçerler ve kendilerini bilince açarlar.

"Fundamentals of Buddhism: Four Lectures" (Budizmin Temelleri, Dört Ders), Nyanatiloka Mahathera. Access to Insight, 7 Haziran 2010.

Buda'dan alıntılar

"Bütün evrende sevginizi ve ilginizi sizin kendinizden daha fazla hak edecek birini arayabilirsiniz ama bulamazsınız. Kendiniz, sizin sevginizi ve ilginizi diğer herkes kadar hak eder."

"Öfkeniz için cezalandırılmazsınız, öfkeniz tarafından cezalandırılırsınız."

"Geçmişe takılıp kalmayın, gelecek hayalleri kurmayın, zihninizi şimdiki ana konsantre edin."

"Ne olduğumuz ne düşündüğümüzün eseridir. Eğer bir insan kötü düşüncelerle konuşur ve eyleme geçerse, acı onu bir gölge gibi takip eder. Eğer bir insan saf düşüncelerle konuşur ve hareket ederse, mutluluk onu bir gölge gibi takip eder."

"Bir testi damlaya damlaya dolar."

"Bütün kötü eylemler zihnin eseridir. Eğer kişi zihnini dönüştürürse kötü eylem devam edebilir mi?"


"Kin, kin ile sona ermez, sadece sevgi ile sona erdirilir; bu ebedi kuraldır."

"Sağlık en büyük hediyedir, tatmin en büyük zenginliktir, sadakat en iyi ilişkidir."

"Öfkeye takılıp kalmak başkasına atmak üzere elinde kızgın kömür tutmak gibidir, yanan siz olursunuz."

"Ne kadar çok kutsal kelime duysanız, ne kadar çok konuşsanız, bu kelime ve sözlere göre eyleme geçmiyorsanız, duyduklarınız, söyledikleriniz neye yarar?"

"İyi bir yolculuk geçirmek, varmaktan daha önemlidir."

"Bizi kendimiz başka kimse kurtaramaz. Yolu biz kendimiz yürümeliyiz."

"Ayak yeri hissederken kendini hisseder."

"Zihin herşeydir. Ne düşünürseniz, o olursunuz."

"Dil keskin bir bıçaktır... Kan dökmeden öldürür."

"Gerçeğin yolunda bir kişinin yapabileceği sadece iki hata vardır; yolun sonuna kadar gitmemek ve yola hiç çıkmamak."

"Sağlıklı bir yaşamın keyfini sürmek, aileye mutluluk getirmek, herkese barış getirmek için kişi zihnini kontrol ve disiplin altına almalıdır. Eğer kişi zihnini kontrol edebilirse aydınlanmaya giden yolu bulabilir, ve bilgelik ve erdem ona kendiliğinden gelecektir."

"Bizi düşüncelerimiz şekillendirir, ne düşünürsek o oluruz. Zihin saf iken neşe bir gölge gibi takip eder ve bizi hiç terk etmez."

"Kendi kurtuluşunuz için çalışın. Başkalarına bağımlı kalmayın."

Kaynak: Brainy Quote

5 Kasım 2010 Cuma

Budizm din midir, felsefe midir?

Budizm, din midir felsefe midir? Budizmin yaygın olduğu Uzak Asya’da ortalama bir budistin budizmi yaşayış şekline bakarsanız, onun için budizm’in din olduğu sonucu çıkarabilirsiniz. Budizmi sonradan benimseyen bir batılı ise budizmin dinden çok bir felsefe olduğunu söyleyecektir. Oysa bu soruya cevap vermeden önce “din” ve “felsefe” kavramları üzerine düşünmek gereklidir.

Felsefe, sözcük kökeni olarak Yunanca seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum anlamına gelen "phileo" ve bilgi, bilgelik anlamına gelen "sophia" sözcüklerinden türeyen, terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplindir. Din ise, genellikle doğaüstü, kutsal ve ahlaki öğeler taşıyan, çeşitli ayin, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar ve ibadetler bütünüdür. Din denilince de aklımıza Avrupa ve Ortadoğu’da yaygın olan tek tanrılı dinler ya da bu coğrafyaların geçmişindeki çok tanrılı dinler gelir.

Sorumuzun cevabını anlamak için göz önüne almamız gereken en önemli olgu, felsefe ile dinin insanlık tarihinin uzun geçmişi boyunca iç içe hatta aynı inanışlara denk gelmiş ve Avrupa’da yaşanan çeşitli düşünsel ve teknolojik gelişmelerle son 3-4 yüzyıl içinde içinde birbirinden ayrılmış ve felsefenin dinin içinde kalan mistizmden soyutlanmış olmasıdır. Oysa bu ayrışmanın Avrupa ve Avrupa kültürünün yoğun bir şekilde etkilediği coğrafyaların düşünce ve inanış geleneğinde ayrışmış olması, tüm inanış sistemlerinde ayrışmış olduğu anlamına gelmez.

Budizm, bu iki kavramında tam olarak ayrışmadığı ve her iki kavramın da tek tek karşılayamadığı inanışlara en büyük örneklerden biridir. Budizm tanrı, peygamber, ruh ve öteki dünya gibi doğa üstü inanışları içermediği için bizim anladığımız anlamda din ile tam olarak örtüşmez iken bir bilgelik arayışı olduğu için felsefeye yakın durur. Ama bunun yanında, başka doğaüstü kavramlar (karma, yeniden doğuş, nirvana) içerdiği ve çeşitli ritüellere sahip olduğu için din ile yakın bir noktada iken felsefeden uzaklaşır.

Kısacası budizm için “din midir, felsefe midir” sorusu sormak ve bu ayrımı yapmaya çalışmak çok anlamlı bir çaba değildir. Budizm, evrensel olarak tanımladığı bir soruna (dukkha), inançtan çok pratik eylemlere (dört soylu gerçek) dayanan bir çözümdür. Bir bilgelik arayışıdır ama bu arayışın içinde önemli doğa üstü kavramlara sahiptir.

19 Eylül 2010 Pazar

Kaynak Tavsiyesi : Access to Insight

İngilizce bilenler için budizm ile ilgili güzel bir kaynak "Access to Insight". "Access to Insight" Theravada budizmi hakkında doğru, güvenilir ve faydalı bilgi vermek amacıyla John Bullitt tarafından hazırlanan bir web sayfası. Orjinal budist metinlerinden ve önde gelen budistlerin yazılarından oluşan oldukça geniş bir kütüphanesi var.

14 Eylül 2010 Salı

Karma (Kamma)

Karma doktrini Buda'nın temel öğretilerinden biridir. Karma'nın kelime anlamı "eylem", "hareket", "etki" demektir. Bir kişinin yapma, düşünme ve söyleme eylemlerinin hepsi karmadır. Ama Budizm'de karma "niyetli" eylemler için kullanılır.

"Niyet rahipler, karmadır. Kastederek yapmak, konuşmak, düşünmek karmadır." - Nibbedhika Sutta (Anguttara Nikaya 3.415)

Karma, ya bu hayatta ya da sonraki yeniden doğuşlarda görülebilecek bir tepkiye/sonuca neden olur, vipaka. Karma sonucu ortaya çıkan vipaka'nın niteliğini niyet belirler. Yani bilinçli varlık ne ekerse (karma) bu hayatında ya da gelecek hayatlarından birinde onu biçer (vipaka).

Buda insan eylemlerini iki gruba ayırır: iyi (niyetli) eylemler, kötü (niyetli) karma. İyi niyetli eylemler kişiye mutluluk getirirken, kötü niyetli eylemler kişiye mutsuzluk getirirler.

Budizm ile ilgili genel yanlış anlamalardan biri budizmin nihai amacının hep iyi/pozitif niyet ile hareket etmek olduğudur. Oysa bu budizmin amacı değil aracıdır, Buda nirvana'ya ancak insan alemi ve üstünde ulaşılabileceğini daha aşağı alemlerin nirvana'ya ulaşmak için elverişli olamayacak kadar dukkha dolu olduğunu söyler. Pozitif karma bilinçli varlığın yeniden insan alemine doğmasını sağlar. Ama budizmde nihai amaç pozitif ya da negatif herhangi bir niyet olmadan hareket etmektir. İnsanların aksine doğa niyet ile hareket etmez, buda ve arahantlar da öyle. Niyet "farkında olmayan" bilinçli varlıkların hareketlerini belirler, "farkında olan" ise niyet ile değil sadece "görerek" hareket eder.

Niyetsiz hareket, karma üretmez. Karma bilinçli varlığı samsaraya bağlayan güç olduğu için üretilmemesi bilinçli varlığın eldeki karmasını tüketecektir bu da samsaradan kopuşa ve nirvanaya gidiş anlamına gelir.

Buda karmanın kişinin sonradan doğacağı alemin temel belirleyici olduğunu dile getirmiştir. Negatif eylemler bilinçli varlığın cehennem, hayvanlar veya aç ruhlar aleminde doğmasına sebep olurlarken, pozitif eylemler bilinçli varlığın insanlar olarak ya da cennette doğmasını sağlar. Ayrıca insanlar aleminde yeniden doğan varlıkların geçmiş negatif eylemleri ve dolayısı ile negatif karması fakirlik, sakatlık gibi avantajsız ortamlara yeniden doğmasına neden olurken pozitif karması ise kişinin zengin, güzel, sağlıklı doğmasını sağlar.

Budist karma doktrini, diğer Asya dinlerindeki karma doktrinleri ile hemen hemen aynı anda Batı'ya girmiştir. Bununla beraber Batılıların karmayı bilinçsizce kendi dini geçmişlerinden gelen kavramlara (kader, günah, vs.) benzetme eğilimleri, karma ile ilgili 3 temel yanlış anlamaya neden olur:

1 - Karma sadece iyi veya kötü niyetli eylemi belirtir, eylemin sonucu ile ilgili herhangi bir referans içermez. Niyetli eylemin sonucu vipaka'dır (karma-vipaka).

2 - Birçok kişi şimdiki iyi veya kötü niyetli eylemlerinin bile sebebinin geçmiş hayatlarındaki karma olduğunu düşünür. Böyle bir yanlış anlama ise Budizmin kaderci bir din olduğu izlenimi uyandırır oysa kişinin niyetli eylemlerinde aslolan niyetin saflığı ve zihnin arılığıdır, geçmiş karma ikincil önemde olup meditasyon ile zihnini disipline eden bir kişi için pratik olarak etkisizleştirilebilir. Kısaca geçmiş karma etkili bir öğe olsa da karmik enerjide aslolan özgür iradedir.

3 - Karma, her durumda, niyetli eylemi yapan birey için vardır. Bir grubun, ulusun, vs. karması diye bir kavram yoktur (evet bazı Budist kaynaklarda bile böyle kitle karması tarzı şeyler göreceksiniz).

10 Eylül 2010 Cuma

Theravada Budizmi nedir?

Theravada, "Büyüklerin Doktrini" demektir. Kaynağını en eski Budist yazıtlarından alan bir budizm okuludur.

Buda, "Uyanmış Olan", hayatta iken öğretisini Dharma-vinaya (doktrin ve disiplin) olarak adlandırmış, bu öğretiyi koruması ve desteklemesi için bugün de devam eden manastır sistemini bizzat kendisi kurmuştur. Buda'nın ölümünden sonra Dharma yayılmaya başladıkça orjinal öğretinin değişik yorumları da ortaya çıkmaya başlar. Bu değişik okumalardan biri daha sonra bir reform hareketine dönüştü ve kendisini Mahayana ("Daha Büyük Araç") olarak adlandırır, diğer kollara da Hinayana ("Daha Küçük Araç") diye hitap etmeye başlar. Bugün bizim Theravada olarak adlandırdığımız budizm okulu, işte Mahayana'nın Hinayana olarak adlandırdığı kollardan günümüze ulaşabilen tek okuldur.

Mahayana budizmi Kuzey Hindistan, Tibet, Çin, Japonya ve Kore'de yaygındır, Theravada ise kıta güney doğu asyasında yaygındır (Tayland, Burma, Kamboçya, Laos ve Srilanka) ve 100 milyondan fazla takipçisi vardır.

Peki aralarındaki fark nedir? Mahayana ve Theravada budizm okulları arasındaki en temel fark şudur: Mahayana budizmi Nirvanaya ulaşan varlığın diğer varlıkların da kurtuluşu için çalışması gerektiğini öğretir. Orjinal budizm öğretisinde ise Nirvana bireysel birşeydir ve Nirvanaya ulaşan bu dünyadan göçüp gider.

Örneğin rituellerin oldukça ağırlıklı olduğu bir Mahayana kolu olan Tibet budizmde Nirvana'ya ulaşan varlık "Dalai Lama", göçüp gitmek yerine dünyaya tekrar tekrar gelerek halkına önderlik eder. Oysa Theravada budizminde böyle bir durum yoktur.

Mahayana budizminde semboller, çeşitli tanrısal varlıklar (yaratıcı olarak tanrı değil ama deity olarak tanrı) yaygındır, Theravada'da ise semboller azdır, tanrısal varlıklar yoktur.

Ben Theravada budizmini takip ediyorum. Theravada'nın daha iyi olduğunu iddia edemem, ama benim kendi kişiliğim için daha uygun olduğunu söyleyebilirim. Ben sembolleri, rituelleri, tanrısal figürleri sevmiyorum. Bir bireyin kendi hayatını ya da kurtuluşunu başka büyük bir topluluk için feda etmesi öğretisinin totaliter rejimlerin hepsinin ortak paydası olması beni Mahayana kollarına mesafeli olmaya itiyor. O nedenle burada daha çok Theravada budizm okulu gözü ile budizm yazıları bulacaksınız.

"vayadhammā saṅkhārā appamādena sampādetha."
"Varolan herşey gelip geçicidir, uyanık (tetikte) bir şekilde kendi kurtuluşunuz için çalışın."


Buda'nın son sözleri.

9 Eylül 2010 Perşembe

Budizm putperest midir?

"Sen tanrı mısın?" diye sordu Buda'ya.
"Hayır" dedi Buda.
"Bir büyücüsün o zaman?"
"Hayır."
"Doğaüstü bir yaratık mısın? Melek gibi."
"Hayır."
"Peki nesin sen?"
"Ben sadece 'farkındayım!"

Budist ülkelere gidenler bilirler, budistler buda heykelleri önünde eğilirler, çoğunlukla da diz çöküp secdeye giderler. Bu tür hareketler bizde tapınma ile özdeşleştiği için çoğumuz o heykellerin put olduğunu, budistlerin de o putlara taptığını (putperest olduğunu) düşünür. Oysa ne o heykeller puttur ne de budistler putperesttir.

Öncelikle en son Buda "aydınlanmış", "farkında" bir insandır ne tanrıdır, ne de peygamberdir. Aydınlandıktan sonra 80 yaşına kadar yaşamış ve daha sonrasında da doğal nedenlerle ölmüştür. Yani bir putun gerektirdiği özelliklerin hiçbirine sahip değildir. "Buda" heykelleri Buda'yı değil onun yolunu simgeler, bu heykellerin önünde eğilmek kişinin kendisini o yola adayacağına dair sembolik bir harekettir.

Steve Hangen'in Yalın ve basit Budizm (Buddhism Plain and Simple) adlı çok güzel çalışmasından:

Buda hiçbir zaman kendini insanüstü bir varlık olarak olarak konumlandırmadı, o sadece "farkında" bir insandı. Hiçbir zaman tanrı olduğunu iddia etmedi, bir tanrıdan ilham/vahiy aldığını söylemedi, doğaüstü bir güce sahip olduğunu belirmedi. Tüm öğretisinin ve anlattıklarının insanların erişebileceği şeyler olduğunu belirtti.

Gautama'ya "Buda" diyoruz ama daha birçok buda, "farkında olan" insan, gelip geçmiştir (ve gelip geçecektir).  Ve geçmiş ve gelecek tüm budalar da Buda gibi insandırlar, tanrı değillerdir.

Buda dua edilecek, adak adanacak, bir şey istenecek, önünde secdeye varılacak, tapınılacak biri değildir. Buda basitçe farkında bir insandır, ne daha azı ne de daha fazlasıdır.

Budizm bir inanç sistemi değildir. Bir doktrinin kabul edilmesi ya da bazı iddia ve prensiplere inanmak değildir. Budizm dünyayı açık görüşlülükle test etmekle ilgilidir. Dünyayı dolaysızca "görmek" ile ilgilidir. Budizm "bilmek" ile ilgilidir, inanmakla ya da umut etmekle ilgili değildir. Herşeyi ve herkesi, öncelikle de kendimizi korkmadan sorgulamakla ilgilidir.

En önemlisi de Buda'nın öğretisini sorgulamaktır. Buda herkesi her fırsatta kendi öğretisini test etmeye teşvik etmiştir.

Buddhism Plain and Simple - Sayfa 8


25 Ağustos 2010 Çarşamba

Buda kimdir?

Buda kimdir? İlginç bir soru bu aslında zira buda heykellerine bakarsanız buda diye bazen ince yapılı bir erkek bazen de tonton güler yüzlü bir erkek görürsünüz. Peki bunlardan hangisi buda?

Aslına bakarsanız ikisi de. Zira buda bir isim değil ünvandır. Buda "farkında/uyanmış (kişi)" anlamına gelir. Yani "buda kimdir" diye sormak, "profesör kimdir" diye sormak gibidir. Genellikle zayıf ya da hafif topluca resmedilen buda, bugünkü Budizmin kurucusu "Gautama Buda'dır, "Buda" (ingilizce "The Buddha") denildiğinde Gautama Buda kastedilir.

Theravada budizmin geleneğinde, gelmiş geçmiş 28 budadan (en sonuncusu Gautama Buda, ondan önce Kasaapa) ve gelecek bir budadan (Maitreya) bahsedilir.

Peki o tonton, güler yüzlü buda heykeli kimindir? O heykel Budai (japonca hotei)dir, şişman buda olarak bilinmesine rağmen bir buda değil daha çok Çin folklöründe tanrısal bir figürdür.

Gautama Buda - 1 - Büyük Yola Çıkıştan önce

Bugün budizm olarak bildiğimiz öğretinin kurucusu Gautama Buda (Siddhattha Gotama), milattan önce 623 yılının Mayıs ayında, bugünkü Nepal sınırları içerisindeki Lumpini'de Kapilvatsu krallığının prensi olarak dünyaya gelir.

Siddhattha'nın babası, Shakya klanının lideri Kral Suddhodana, annesi ise Koliyan prensesi Kraliçe Maha Maya dır. O zaman adet olduğu üzere kraliçe hamile kalınca, doğum yapmak üzere babasının krallığına doğru yola çıkar fakat henüz hedefine varamadan yolda doğum yapar.

Kraliçe Maya doğumdan birkaç gün sonra vefat eder. Yeni doğan bebeğe "amacına ulaşan" anlamına gelen Siddhattha ismi verilir. Doğum kutlamaları esnasında, münzevi bir yaşam sürmek üzere çekildiği dağdan inerek bebeği görmeye gelen görücü Asitajbebeğin ilerde ya çok büyük bir kral ya da çok büyük bir din adamı olacağını muştular. Bebeğin doğumunun beşinci gününde Kral Suddhodana isim seremonisi düzenler ve çağırdığı brahminlerin hemen hepsi Ajitaj gibi bebeğin ilerde ya büyük bir kral ya da çok büyük bir din adamı olacağını muştular. Sadece bir brahmin, ilerde Buda'dan sonraki ilk arahant olacak olan Kondanna bebeğin ilerde "aydınlanmış varlık", buda olacağını söyler.

Oğlunun kendisi gibi bir kral olmasını isteyen Suddhodana, genç Siddhattha'yı dini bir yaşama itecek bütün öğretilerden ve acıdan, sefaletten uzak yapay ve oldukça abartılı bir lüks içine hapseder. Çevresinde sadece genç, güzel ve sağlıklı insanların olmasını, Siddhattha'nın ölümlerden, hastalıklardan, fakirliklerden bir haber bir hayat yaşamasını sağlar.

Büyük Yola Çıkış

Çevresini saran tüm lükse ve zevke rağmen Siddhattha'ya bu altın kafes yetmez, birgün ansızın yakınlardaki bir kasabayı ziyaret etmeye karar verir. Kral bu ziyaret fikri üzerine Siddhattha'nın yolu üzerindeki her yeri dekore ettirir, tüm yaşlı, hasta ve çirkin şeyleri ortadan kaldırtır. Fakat kralın tüm çabalarına rağmen Siddhattha caddelerde gezerken birden bire yaşlı, cildi kırış kırış bir adamla karşılaşır. Daha önce yaşlı birini hiç görmeyen, yaşlılığın yaşayan her canlının kaderi olduğundan bir haber Siddhattha, yardımcısı Channa'nın yardımı ile saraydan gizli gizli kaçmaya ve dışarıdaki dünyayı daha fazla tanımaya başlar. Genç prens bu gezilerinde birkaç kere cenazelere, çürüyen cesetlere, hasta insanlara ve münzevilere rastlar. Gördüğü bu gerçekler karşısında sarsılan prens, içinde yaşadığı tüm bu lüks hayatın kendisini hastalıktan, yaşlılıktan ve ölümden kurtaramayacağını anlar ve yaşayan varlıkları bütün bu acılardan kurtarabilecek yolu aramak üzere münzevi bir yaşam sürmeye karar verir.

Sonunda genç prens 29 yaşında, Channa'nın yardımı ile atı Kanthaka'nın sırtında prensliğine, lükse ve ailesine veda ederek "amacına ulaşmak üzere" sarayından ayrılır. Budist gelenek bu olaya "Büyük Yola Çıkış" adını verir.  

24 Ağustos 2010 Salı

Dört Soylu Gerçek

Dört soylu gerçek nedir? Dört soylu gerçek bizim merkezinde "ben" olan sıradan deneyimleme biçimimize alternatif bir deneyimleme biçimidir. Dört soylu gerçek Buda'nın öğretisinin, budizmin, en yalın ifadesidir.

Gündelik deneyimlerimizi "ben" merkezli bir şekilde sınıflandırırız. Bu sınıflandırma biçimi evrensel ve oldukça da sorunludur. "Ben" deneyimlediği çeşitli şeyleri ve kişileri sahiplenir, bazı şeyleri ve kişileri dışlar, bazı şeyleri öyle olmasa da değişmez farz eder. "Ben" hep var olmak ister, yok olmak istemez. Sevdikleri de hep (sonsuza kadar) var olsun, kendisi ile olsun ister. "Ben" sevmedikleri hep yok olsun, kendisinden uzak olsun ister. "Ben" olmayanlar (diğerleri) kendisi için şunu yapsın, şunu desin, şunu düşünsün; şunu yapmasın, şunu demesin, şunu düşünmesin ister. Ama sonuçta "ben"in sonsuza kadar istedikleri gelip geçicidir, sevdikleri yok olur, sevmediklerinin kendisine gelmesini engelleyemez, diğerleri istediği gibi olmaz. Vücudu genç kalmaz, sağlıklı kalmaz en önemlisi de sonsuza kadar hayatta kalmaz. Bunun kaçınılmaz ve hemen kavranabilecek sonucu kurtulmanın imkansız olduğu yerleşik bir kaygıdır. Budizm, deneyimleri "ben" merkezli değerlendirmenin bizi sürekli ıstıraba mahkum eden başka bir sonucu olduğunu da öğretir. "Ben" merkezli deneyimin yarattığı var olma, sahip olma arzusu o kadar kuvvetlidir ki bilinçli varlığın sürekli yeniden doğarak ıstırap dünyasında hapsolmasına neden olur.

Dört soylu gerçek ise deneyimleri değerlendirmemizin merkezindeki "ben"i atıp iki değerli bir değişken koyar: sebep-sonuç, becerikli-beceriksiz. Bu deneyim kategorisinde merkezde söz, düşünce ve hareket gibi edimler (sebep), bu edimlerin sonuçları ve edimlerin dual niteliği vardır: edim becerikli/yararlı mı yoksa beceriksiz/yararsız mı? Dikkat edin iyi mi, kötü mü değil! Budist pratiğin özünde iyi veya kötü yoktur, oldukça pratik olan becerikli/beceriksiz vardır. Peki becerikli/beceriksiz ne demektir?

Burada becerikli/yetenekli/yararlı olarak çevireceğimiz upaya daha çok "amaca hizmet eden" anlamında bir kelimedir. Budist öğretide amaca (aydınlanmaya, tam özgürlüğe) katkı yapan edimleri niteler. Bunun karşısında ise beceriksiz, amaçtan uzaklaştıran edimler vardır.

İşte dört soylu gerçek, deneyimleri benden/benden değil, benim olsun/benim olmasın, vs... diye sınıflandırmak yerine edimlerin sonucu ıstıraptan kurtulmaya/aydınlanmaya götürür/uzaklaştırır mı diye sınıflar. Şöyle ki:



Dört gerçeğin her biri birer edim gerektirir: 
  • Istırap idrak edilmelidir.
  • Istıraba sebep olan şey terk edilmelidir.
  • Istırabın yok olduğu idrak edilmelidir.
  • Istırapsızlığa giden yol geliştirilmelidir.
Bütün bu görevler başarı ile tamamlandığında zihin tamamen serbest kalacaktır.

Birçok insan budizmin temelindeki dört gerçeğin ızdıraba bu kadar vurgu ile başlamasını oldukça karamsar bulur. Oysa tam tersine budizm bunu bir strateji olarak yapar ve sadece "ıstırap var kaderde" deyip durmaz. Önce sorunu tanımlar (ıstırap vardır), sonra bu sorunun sebebini tanımlar (ızdıraba ben merkezli arzular neden olur), sonra olunması gereken durumu tanımlar (ıstırap yok olabilir) ve en son olarak da bu sonuca gitmek için gerekli yolu belirler (ıstırapsızlığa giden yol).

Budaya yönelik sıkça duyulan eleştiri, sadece bu ıstırap ve onun yok edilmesine odaklanmış olması, daha yüksek(!) manevi gerçeklere odaklanmamasıdır. Burada unutulan şey kalbin ve zihnin hastalıklarından arınmasının en önemli manevi amaç olmasıdır, hastalıklarından arınan kalbin ve zihnin en yüksek manevi amaca kendiliğinden ulaşacak olmasıdır.

Gautama Buda Asalha Puja'da

Vaktiyle Kutlu Olan Kosambi'de bir simsapa (budist yazılarda adı geçen bir ağaç türü) korusunda kalıyordu. Yerden birkaç simsapa yaprağı aldı ve rahiplere sordu, "Ne dersiniz rahipler: hangisi sayıca daha fazladır, şu avuçlarımdaki simsapa yaprakları mı yoksa şu korudaki ağaçlardaki simsapa yaprakları mı?"


"Ellerinizdeki yapraklar sadece birkaç tanedir efendim, ama ağaçlarda karşılaştıramayacağımız kadar çok daha fazla yaprak vardır."


"Aynı şekilde rahipler, direkt bilgi ile bildiklerim ama size öğretmediklerim, size öğrettiklerimden karşılaştıramayacağınız kadar çoktur. Peki onları neden öğretmiyorum? Çünkü size öğretmediklerim amaca hizmet eden bilgiler değiller, kutlu bir yaşamın ilkeleri ile alakalı değiller. Size öğretmediklerim zihni kesiksiz uykusundan uyandırmaya yaramazlar, uyanışa, kurtuluşa götürmezler. Bu nedenle onları size öğretmedim.


Bundan dolayı yapmanız gereken şunların tefekküründen ibarettir: "bu izdiraptır, bu izdirabın sebebidir, bu izdirabın durdurulmasıdır, bu da ızdırabı durdurmaya giden yolun pratikleridir."

Arahant

Arahant, "değerli kimse" ya da "kusursuz kimse"; zihni ve kalbi "kirden" arınmış, zihni yeniden doğuş döngüsüne bağlayan zincirlerden kurtulmuş, bu nedenle bir daha doğmayacak kişi.

Arahant ile Buda arasında niteliksel bir fark yoktur, Buda Dharmanın unutulduğu dönemlerde kendi çabası ile Dharmaya ulaşan kişidir, arahant ise Buda Dharmayı tekrar bilinir hale getirdikten sonra bu yolu takip ederek "aydınlanan" kişidir.



Budizm'de bu kişilere brahman'da denir. Brahman aslen hint kast sisteminin en ayrıcalıklı kastına üye kişiler için kullanılan bir sıfat olsa da Budizm böyle bir ayrıcalığın sırf bir sınıfın, ırkın, kastın içine doğarak değil de ruhsal arınma ile elde edilebileceğini vurgulamak için kelimeyi arahantlar için de kullanır.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Dördüncü Soylu Gerçek

Dördüncü Soylu Gerçek nedir? Dukkhanın üstesinden gelmek için yürünmesi gereken yolun soylu gerçeğidir.Bu yola Sekiz Katlı yoldur:

  1. Kusursuz Kavrayış, 
  2. Kusursuz Düşünce, 
  3. Kusursuz Söz, 
  4. Kusursuz Hareket, 
  5. Kusursuz Yaşam, 
  6. Kusursuz Çaba, 
  7. Kusursuz Dikkat ve 
  8. Kusursuz Konsantrasyon. 
Resim Kaynak: Dharma Thai 


Bir budist, hayatı boyunca bu sekiz yolu her birini mükemmeleştirene kadar pratik etmelidir.Dikkat ederseniz Sekiz Katlı Yol hayatın tüm durumlarını kapsamaktadır.


"Bu dukkhanın durmasına giden yolun kutsal gerçeğidir: Kutsal Sekiz Katlı Yoldur; doğru görüş, doğru niyet, doğru söz, doğru hareket, doğru yaşam, doğru çaba, doğru dikkat ve doğru konsantrasyon." - Buda

Üçüncü Soylu Gerçek

Üçüncü Soylu Gerçek nedir? Üçüncü Soylu Gerçek dukkhanın durdurulabilir olmasıdır.

"Bu dukkhanın durdurulmasının soylu gerçeğidir, arzunun, dünyevi isteklerin bir daha geri gelmemek üzere yok olmasının, arzulardan isteklerden özgürlüğün gerçeğidir." - Buda

İkinci Soylu Gerçek

İkinci Soylu Gerçek nedir? İkinci Soylu Gerçek ıstırabın (dukkha) kaynağının şiddetli arzu/dünyevi istekler olmasıdır. Bir şeyi isteyip elde edemediğimizde hayalkırıklığı duyar, hüsrana uğrarız. Bir kişi istediğimiz gibi davranmadığında öfkeleniriz. Başkaları bizden hoşlansın isteriz, hoşlanmadığında gurur kırıklığı ve aşağılanma hissederiz. Birşeyi çok isteyip elde etmek de derdimize derman olmaz, elde ettiğimiz şeyden sıkılır ya daha iyisini ya da başka birşey isteriz.


İkinci Soylu Gerçek der ki istemek ıstırabın kaynağıdır, istediğini elde etmek ise ıstıraba çare olmaz.

Yukarıda belirtildiği gibi dünyevi istekler negatif duygulara sebep olur. Ama dünyevi istekler aynı zamanda fiziksel acılara da sebep olur. Bütün bir hayat boyu süren ve sayısız nesneye yönelen dünyevi istekler, özellikle varolma arzusu bilinçli varlığın sürekli yeniden doğmasına ve dukkha dolu samsarada hapsolmasına neden olur! Bilinçli varlık yeniden vucut bularak bulduğu vucudun açık olduğu tüm ıstıraplara maruz kalır.

"Bu dukkhanın kaynağının soylu gerçeğidir, şiddetli arzudur ki haz ve acı ile süregelen yeniden varolmaların kaynağıdır." - Buda  

     

Birinci Soylu Gerçek

Birinci Soylu Gerçek nedir? Birinci Soylu Gerçek yaşamın ıstırap (dukkhadolu, dukkha ile başlayan (doğum), dukkha ile biten (ölüm) sayısız döngülerden ibaret olmasıdır. Bir şekilde kaygı, acı ve ıstırap hissetmeden yaşamak mümkün değildir. Yaşarken tadılan mutluluklar, aşk ve neşe sonsuza kadar sürmez, gelip geçicidir.

"Doğum dukkhadır, yaşlanmak dukkhadır, ölüm dukkhadır, üzüntü, feryat, acı, çaresizlik dukkhadır, hoşlanılmayana/sevilmeyene yakın olmak dukkhadır, hoşlanılana/sevilene uzak olmak dukkhadır, istediğini alamamak dukkhadır. Kısaca beş bağımlı küme dukkhadır." - Buda

Birinci Soylu Gerçek ilk başta rahatsız edici ve oldukça kötümser görünür ama aslında yalın bir gerçeğin basit bir şekilde ortaya konulmasından ibarettir. İlk soylu gerçek sadece "dukkha" vardır der, mutluluk, güzellik yoktur ya da dukkha onlardan üstündür demez. Budizm eğer burada durmuş olsa idi kötümser olurdu ama "İkinci Soylu Gerçek"te göreceğiniz gibi önce "dukkha"nın sebebini tanımlar, "Üçüncü Soylu Gerçek"te göreceğiniz gibi "dukkha"yı sona erdirmenin bir yolu olduğunu belirtir ve nihayet "Dördüncü Soylu Gerçek"te göreceğiniz gibi "dukkha"yı sonsuza kadar sona erdirecek yolu belirtir.

Dukkha

Maalesef dilimizde, Pali kökenli bir kelime olan dukkhanın anlamını tüm derinliği ile ifade edebilecek bir kelime yok. Dilimize kabaca ıstırap olarak çevirebiliriz ama dukkha daha çok "kaygı", "tatminsizlik", "rahatsız edilmiş" anlamına yakındır. Kapsadığı anlamın derinliğini kaybetmemek adına bu blogda dukkha kelimesi sıklıkla tercüme edilmeden kullanılacaktır. Dukkha, bilinçli varlığın hoşlanmadığı halde başına gelen şeylerden, hoşlandığı şeylere sürekli sahip olamamaktan, ölümlülüğünden, sevdiklerinin ölümlülüğünden kısacası kendisinin ve çevresinin gelip geçiciliğinden duyduğu kaygı ve ıstırabı niteler.

Dukkha, budizmde Anicca (gelip geçicilik) ve Anatta (ego'nun / ben'in bir hayal olması) ile beraber "Varolmanın 3 Karakteristik Özelliği"nden biridir. Aslında dukkha bilinçli varlığın anicca ve anatta'ya verdiği tepkinin (kabullenememe, görmezden gelme) sonucudur.

Klasik öğretide 3 çeşit dukkha vardır:

Dukkha-dukkha (ıstırabın ıstırabı), fiziksel ve ruhsal acı, hastalık, yaşlılık, ölüm ve sevdiklerini kaybetmenin yası gibi akla ilk gelen ıstırapları kapsar.

Viparinama dukkha (değişimin ıstırabı) hiç durmadan devam eden değişim nedeniyle çekilen ıstıraptır, insanın beklentilerinin karşılanmaması, mutlu zamanların sonsuza kadar sürememesi gibi.

Anlaması diğer ikisine göre daha zor olan Sankhara dukkha (teşekkülün ıstırabı). Varoluşumuzdan ve egomuzdan kaynaklanan ıstırabı niteler.

"Doğum dukkhadır, yaşlanmak dukkhadır, ölüm dukkhadır, üzüntü, feryat, acı, çaresizlik dukkhadır, hoşlanılmayana/sevilmeyene yakın olmak dukkhadır, hoşlanılana/sevilene uzak olmak dukkhadır, istediğini alamamak dukkhadır. Kısaca beş bağımlı küme dukkhadır." - Buda


Resim Kaynağı: Buddhism Studies


Dukkha budizmin özü olan dört soylu gerçeğin etrafında döndüğü kaynaktır, Buda kendi öğretisini şöyle açıklar:

"Ben sadece ve sadece dukkhayı ve ondan nasıl kurtulabileceğinizi öğretiyorum."