Gündelik deneyimlerimizi "ben" merkezli bir şekilde sınıflandırırız. Bu sınıflandırma biçimi evrensel ve oldukça da sorunludur. "Ben" deneyimlediği çeşitli şeyleri ve kişileri sahiplenir, bazı şeyleri ve kişileri dışlar, bazı şeyleri öyle olmasa da değişmez farz eder. "Ben" hep var olmak ister, yok olmak istemez. Sevdikleri de hep (sonsuza kadar) var olsun, kendisi ile olsun ister. "Ben" sevmedikleri hep yok olsun, kendisinden uzak olsun ister. "Ben" olmayanlar (diğerleri) kendisi için şunu yapsın, şunu desin, şunu düşünsün; şunu yapmasın, şunu demesin, şunu düşünmesin ister. Ama sonuçta "ben"in sonsuza kadar istedikleri gelip geçicidir, sevdikleri yok olur, sevmediklerinin kendisine gelmesini engelleyemez, diğerleri istediği gibi olmaz. Vücudu genç kalmaz, sağlıklı kalmaz en önemlisi de sonsuza kadar hayatta kalmaz. Bunun kaçınılmaz ve hemen kavranabilecek sonucu kurtulmanın imkansız olduğu yerleşik bir kaygıdır. Budizm, deneyimleri "ben" merkezli değerlendirmenin bizi sürekli ıstıraba mahkum eden başka bir sonucu olduğunu da öğretir. "Ben" merkezli deneyimin yarattığı var olma, sahip olma arzusu o kadar kuvvetlidir ki bilinçli varlığın sürekli yeniden doğarak ıstırap dünyasında hapsolmasına neden olur.
Dört soylu gerçek ise deneyimleri değerlendirmemizin merkezindeki "ben"i atıp iki değerli bir değişken koyar: sebep-sonuç, becerikli-beceriksiz. Bu deneyim kategorisinde merkezde söz, düşünce ve hareket gibi edimler (sebep), bu edimlerin sonuçları ve edimlerin dual niteliği vardır: edim becerikli/yararlı mı yoksa beceriksiz/yararsız mı? Dikkat edin iyi mi, kötü mü değil! Budist pratiğin özünde iyi veya kötü yoktur, oldukça pratik olan becerikli/beceriksiz vardır. Peki becerikli/beceriksiz ne demektir?
Burada becerikli/yetenekli/yararlı olarak çevireceğimiz upaya daha çok "amaca hizmet eden" anlamında bir kelimedir. Budist öğretide amaca (aydınlanmaya, tam özgürlüğe) katkı yapan edimleri niteler. Bunun karşısında ise beceriksiz, amaçtan uzaklaştıran edimler vardır.
İşte dört soylu gerçek, deneyimleri benden/benden değil, benim olsun/benim olmasın, vs... diye sınıflandırmak yerine edimlerin sonucu ıstıraptan kurtulmaya/aydınlanmaya götürür/uzaklaştırır mı diye sınıflar. Şöyle ki:
- Istırap (dukkha) vardır (beceriksiz sonuç); Birinci Soylu Gerçek
- Istırabın bir sebebi vardır (beceriksiz sebep); İkinci Soylu Gerçek
- Istırap durdurulabilir (becerikli sonuç); Üçüncü Soylu Gerçek
- Istırapsızlığa giden bir yol vardır (becerikli sebep); Dördüncü Soylu Gerçek
Dört gerçeğin her biri birer edim gerektirir:
- Istırap idrak edilmelidir.
- Istıraba sebep olan şey terk edilmelidir.
- Istırabın yok olduğu idrak edilmelidir.
- Istırapsızlığa giden yol geliştirilmelidir.
Bütün bu görevler başarı ile tamamlandığında zihin tamamen serbest kalacaktır.
Birçok insan budizmin temelindeki dört gerçeğin ızdıraba bu kadar vurgu ile başlamasını oldukça karamsar bulur. Oysa tam tersine budizm bunu bir strateji olarak yapar ve sadece "ıstırap var kaderde" deyip durmaz. Önce sorunu tanımlar (ıstırap vardır), sonra bu sorunun sebebini tanımlar (ızdıraba ben merkezli arzular neden olur), sonra olunması gereken durumu tanımlar (ıstırap yok olabilir) ve en son olarak da bu sonuca gitmek için gerekli yolu belirler (ıstırapsızlığa giden yol).
Budaya yönelik sıkça duyulan eleştiri, sadece bu ıstırap ve onun yok edilmesine odaklanmış olması, daha yüksek(!) manevi gerçeklere odaklanmamasıdır. Burada unutulan şey kalbin ve zihnin hastalıklarından arınmasının en önemli manevi amaç olmasıdır, hastalıklarından arınan kalbin ve zihnin en yüksek manevi amaca kendiliğinden ulaşacak olmasıdır.
Vaktiyle Kutlu Olan Kosambi'de bir simsapa (budist yazılarda adı geçen bir ağaç türü) korusunda kalıyordu. Yerden birkaç simsapa yaprağı aldı ve rahiplere sordu, "Ne dersiniz rahipler: hangisi sayıca daha fazladır, şu avuçlarımdaki simsapa yaprakları mı yoksa şu korudaki ağaçlardaki simsapa yaprakları mı?"
"Ellerinizdeki yapraklar sadece birkaç tanedir efendim, ama ağaçlarda karşılaştıramayacağımız kadar çok daha fazla yaprak vardır."
"Aynı şekilde rahipler, direkt bilgi ile bildiklerim ama size öğretmediklerim, size öğrettiklerimden karşılaştıramayacağınız kadar çoktur. Peki onları neden öğretmiyorum? Çünkü size öğretmediklerim amaca hizmet eden bilgiler değiller, kutlu bir yaşamın ilkeleri ile alakalı değiller. Size öğretmediklerim zihni kesiksiz uykusundan uyandırmaya yaramazlar, uyanışa, kurtuluşa götürmezler. Bu nedenle onları size öğretmedim.
Bundan dolayı yapmanız gereken şunların tefekküründen ibarettir: "bu izdiraptır, bu izdirabın sebebidir, bu izdirabın durdurulmasıdır, bu da ızdırabı durdurmaya giden yolun pratikleridir."
Birçok insan budizmin temelindeki dört gerçeğin ızdıraba bu kadar vurgu ile başlamasını oldukça karamsar bulur. Oysa tam tersine budizm bunu bir strateji olarak yapar ve sadece "ıstırap var kaderde" deyip durmaz. Önce sorunu tanımlar (ıstırap vardır), sonra bu sorunun sebebini tanımlar (ızdıraba ben merkezli arzular neden olur), sonra olunması gereken durumu tanımlar (ıstırap yok olabilir) ve en son olarak da bu sonuca gitmek için gerekli yolu belirler (ıstırapsızlığa giden yol).
Budaya yönelik sıkça duyulan eleştiri, sadece bu ıstırap ve onun yok edilmesine odaklanmış olması, daha yüksek(!) manevi gerçeklere odaklanmamasıdır. Burada unutulan şey kalbin ve zihnin hastalıklarından arınmasının en önemli manevi amaç olmasıdır, hastalıklarından arınan kalbin ve zihnin en yüksek manevi amaca kendiliğinden ulaşacak olmasıdır.
Gautama Buda Asalha Puja'da
Vaktiyle Kutlu Olan Kosambi'de bir simsapa (budist yazılarda adı geçen bir ağaç türü) korusunda kalıyordu. Yerden birkaç simsapa yaprağı aldı ve rahiplere sordu, "Ne dersiniz rahipler: hangisi sayıca daha fazladır, şu avuçlarımdaki simsapa yaprakları mı yoksa şu korudaki ağaçlardaki simsapa yaprakları mı?"
"Ellerinizdeki yapraklar sadece birkaç tanedir efendim, ama ağaçlarda karşılaştıramayacağımız kadar çok daha fazla yaprak vardır."
"Aynı şekilde rahipler, direkt bilgi ile bildiklerim ama size öğretmediklerim, size öğrettiklerimden karşılaştıramayacağınız kadar çoktur. Peki onları neden öğretmiyorum? Çünkü size öğretmediklerim amaca hizmet eden bilgiler değiller, kutlu bir yaşamın ilkeleri ile alakalı değiller. Size öğretmediklerim zihni kesiksiz uykusundan uyandırmaya yaramazlar, uyanışa, kurtuluşa götürmezler. Bu nedenle onları size öğretmedim.
Bundan dolayı yapmanız gereken şunların tefekküründen ibarettir: "bu izdiraptır, bu izdirabın sebebidir, bu izdirabın durdurulmasıdır, bu da ızdırabı durdurmaya giden yolun pratikleridir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder